Türk Ceza Kanunun
299. Maddesinde yer alan Cumhurbaşkanına hakaret suçu Devletin Egemenlik
Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar başlığı altında
düzenlenmiştir. Bu başlık altında yer alan diğer suçlara baktığımızda ise,
Devletin Egemenlik Alametlerini Aşağılama Suçu, Türk Milletini, Türkiye
Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama suçlarının
bulunduğunu görmek mümkündür. Daha sistematik bir bakışla tüm bu suçların
TCK’nın dördüncü kısımda düzenlenen Millete ve Devlete karşı suçlar kısmında
düzenlendiğini görürüz. Tıpkı Ortaçağ Kilisesinin, kiliseye ve dine hakareti
yasaklaması ve bu suçları işleyenleri kafir ya da heretik olarak nitelendirmesi
ya da aynı şekilde, 17.yüzyılda tümtanrıcı görüşlerini açıklayarak Musevi
cemaatine hakaret ettiği ileri sürülen ve ölüm fetvası verilen Spinoza vakası
gibi, Devlet de kendi egemenlik alametlerini ve bu egemenliği imgeleyen
şiarları koruma altına almış; bu fiktif görünümlere birer seküler kutsallık bahşetmiştir.
İnsanlığın kadim dönemlerinden bu yana, egemenliği elinde bulunduran daima
kutsallık payesi ile taçlandırılmıştır. Biçimsel olarak ister dünyevi ister
uhrevi olsun, kutsal olana dil uzatmak ya da el sürmek daima haram kılınmıştır.
Ceza yasalarının
devlet ve millet egemenliğini koruyucu hükümlerini siyasal ilahiyat
perspektifinden okumak mümkündür. Bilimsel düşünüşün temayüzüyle insan
düşünüşünün büyü bozumu evresine girdiği sanılsa da, hayali cemaatlere ve bu
cemaatler üzerinde kurgulanan egemenlik formlarına atfedilen kutsiyet, insanın
ilkçağlardan beri mistik ve büyüsel düşünüşten asla sıyrılmadığını,
antropolojik olarak modern insanın da Avustralya’da ya da Malinezya’da
gözlemlenen klanlardan sadece alet ve edevatça farklılık belirttiğini gösterir.
Bir klan şefi yada bir ulusun cumhurbaşkanı anakronik olarak yada dünyanın
farklı yerlerinde eş zamanlı olarak birbirinden çok da farklılık arz eden iki
ayrı karakter olarak yorumlanamayacaktır. İnsanın yasalarla olan mitik hikayesi
onun yorum yapma ve yorum yoluyla özgürlüğünü elde edebilme hürriyetine engel
değildir. Modern bir ceza kodunda yer alan düzenleme her ne kadar çağcıl bir
kodifikasyonda kendisine yer bulsa da, tipik olarak kadim dönemlere ve insanın
arketip korkularına kadar uzanan düzenlemeler olup çıkıverir. Yorumun
özgürleştirici yanı yasayla yüzleşebilmeyi ve yasayı ele alabilmeyi
sağlamasıdır.
TCK 299 suçunun yasa
gerekçesinde, ‘‘Cumhurbaşkanının Devleti temsil etmesi ve Anayasada belirtilen
görev ve yetkileri göz önüne alınarak onun kişiliğine yöneltilen hakaretin bir
bakıma Devlet kuvvetleri aleyhine cürümlerden sayılması gerektiği düşüncesinden
hareketle bu madde kaleme alınmış’’ denilmektedir. Aynı bölümün diğer
suçlarında ise Meclise, Hükümete, Yargı organına karşı hakaret ve aşağılama
suçları ihdas edilmiştir. Bu sistematik içerisinde Cumhurbaşkanına hakaret
edilmesinin yasaklanıyor ve cezaya tabi kılınıyor olmasının tek sebebi yalnızca
Cumhurbaşkanlığı makamını koruma altına almak değildir. Bu suçun
düzenlenmesindeki asli gaye, hükmün lafzı ve gerekçenin içeriği birlikte
değerlendirildiğinde görüldüğü üzere, Cumhurbaşkanının kişiliği ile Devlet
menfaatinin bütünleştiği; Cumhurbaşkanının sıradan bir hukuk kişisi olmasının
ötesinde, onun Devlet egemen kişiliğini de taşıyor ve temsil ediyor olması
nedeniyle kişiliğine verilecek zararların Devlet egemenliğine yöneltilen
zararlar oluşturduğu varsayımıdır. Bu varsayımın dayandığı temel gerekçe
Anayasa hükmüdür.
Anayasada
Cumhurbaşkanının nitelikleri ve görev tarifi tayin edilmiştir. Neden bir
hükümet temsilcisi yada bir milletvekili devlete ilişkin hukuki yarara sahip
değil de, Cumhurbaşkanı bu yararı taşıma imtiyazına sahiptir? Belirtmelidir ki,
Cumhurbaşkanı öylesine Devlet egemenliği ile bütünleşmiştir ki, onun diğer
kişiler gibi kırılabilecek ve korumayı hak edecek şeref ve onuru Devlete
ilişkin hukuki yararın gerisinde kalmaktadır. Bu aşamada korunan gerçek kişinin
hukuki menfaati değil, devletin siyasal iktidar yapısıdır.
Peki, neden
Cumhurbaşkanı böylesine Devletin egemenliği ile iç içe geçmiştir? Anayasanın
mevcut haliyle 101. Maddesi Cumhurbaşkanının nitelik olarak tarafsız olduğunu
öngörmüştür. 103. Maddede yer alan Cumhurbaşkanı andı ise, 81. Maddede yer alan
milletvekili andından çok farklı olarak Cumhurbaşkanının tarafsızlık yemini
etmesini öngörmektedir. Cumhurbaşkanı içeceği antta Türkiye Cumhuriyetinin şan
ve şerefini korumak ve yüceltmek görevini de üstlenmiş bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanı bir orkestrayı yöneten kondüktör gibi, Devletin başı olmak sıfatı
ile Türkiye Cumhuriyetini ve Türk milletinin birliğini temsil eder.
Yeni anaysa
değişikliğinde bu özellik korunmakla birlikte, yürütme yetkisinin
Cumhurbaşkanına ait olduğu hükmü eklenmiştir. Yeni anayasal değişiklik ile
partisinden istifa etmesi gerekmeyecek Cumhurbaşkanının, Devletin de başkanı
olacağı hükmü getirilmiştir. Yürütme erki kendisine ait ve partisinden istifa
etmek zorunluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyetinin ve Milletinin
birliğini temsil etmesi tevili zor bir durumdur. Türkiye Cumhuriyeti yalnızca
yürütme erkinden, Türk Milleti de yalnızca bir partiden müteşekkil olsa, söz
konusu durumu tahayyül etmek daha da kolay hale gelmiş olacaktır. Bu Anayasal
düzen içerisinde TCK 299 suçunun koruyacağı hukuki bir menfaat kalmamıştır.
Hatta denilebilir ki, TCK 299 suçu gerekçesiyle uyumlu olmak bakımından
anayasal dayanağını yitirmiş bulunmaktadır. Ancak Kara Avrupası Hukuk geleneği
içerisinde bulunduğumuzdan, Asliye Ceza Mahkemelerimiz, lex superior derogat lex inferiori ilkesinden hareketle bu yorumu
yapmaya muktedir değildir. Ne var ki, bir hukuk devletinde anayasa normu ile
kanun normu arasındaki bu çatışma da belirlilik ilkesince sorun teşkil
etmektedir. Bundan sonra TCK 299’dan verilecek cezalandırmalar Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi 10. Madde kapsamında demokratik toplumda gerekli olma
değerlendirmesinin öncesinde yasa ile öngörülme şartına takılacak gibi
gözükmektedir.